19. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve Mısır’da Dış Borçlanma ve Avrupa Mali Sermayesinin Denetim Örüntüleri
19. yüzyılın ilk yarısında, gelişen sanayi kapitalizminin birikim sorunlarına çözüm arayışı olarak ortaya çıkan para sermaye ihracı yüzyılın ikinci yarısında büyük bir ivme kazandı. Kapitalizmin tekelci bir evresine geçiş sürecinin ortaya çıkardığı mali sermayenin kontrol ettiği dış borçlanma süreci, borçlu ülkeler açısından oldukça yüksek maliyetle ve çeşitli siyasi ve ekonomik tavizler karşılığında gerçekleştirildi. 1870’lerde uluslararası ekonomide yaşanan kriz nedeniyle yaşanan mali iflasların ardından mali sermaye, alacaklarını tahsil etmek üzere borçlu ülkelerin vergi gelirleri üzerinde doğrudan denetim kurdu. Bu kurumsal denetim borçların tahsiline yönelik olmasına rağmen, sermayenin değerlenme arayışı doğrultusunda üretken sermaye yatırımlarını teşvik eden bir rol oynadı. Böylece, mali sermaye eliyle bir yandan bağımlı bir gelişmeye yol açan hiyerarşik bir uluslararası işbölümü inşa edilirken diğer yandan kapitalizm öncesi dünyada kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi ivme kazandı. Bu yazıda 19. yüzyıldaki dış borç mekanizmasının işleyişi ve iktisadi sonuçları Osmanlı devleti ve Mısır özelinde tartışılmakta, bu iki ülkenin borçlanma deneyimi ışığında 19. Yüzyıl kapitalizminin temel özellikleri ele alınmaktadır.
İşçi Tasarruflarının Sermayeye Aktarılması: Türkiye ve Devlet Yatırım Bankası Örneği
1960’ların başlarından 1980’lerin ortalarına kadar olan dönem zarfında, Türkiye’de işçi tasarrufları üretken sermaye yatırımlarında önemli bir rol almıştır. İş çi tasarruflarına biçilen bu rol dönemin kamu finansman politikalarının ruhunu taşımaktadır. Bu çalışmada belirtilen dönemde Türkiye’de işçilerin tasarruflarına el konularak üretken sermayeye aktarıldığı vurgulanacaktır. El koyma ve aktarım süreci Devlet Yatırım Bankası’nca yönetilmiştir. Bu doğrultuda; ilgili kurumların raporları ve bilançoları incelenip niceliksel veriler derlenmiştir. Ayrıca bu süreç ile ilgili yasal metinler de analiz edilmiştir. Sonuç olarak; işçi tasarrufları iki kez yadsınarak/olumsuzlanarak finans sermayeye konu edilmiştir. İş çi tasarrufu yadsınarak sosyal güvenlik kurumlarında para sermaye haline gelmiştir. Bu para sermaye daha sonra Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin bedenine yerleşmiştir. Bu yerleşme iki yoldan gerçekleşmiştir: Birinci ve dolaylı yol, Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin finansmanına katılan kamu bankaları aracılığıyla gerçekleşirken ikinci ve doğrudan yol ise para sermayenin Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ni finanse eden Devlet Yatırım Bankası aracılığıyla yerleşmesidir.
Tüketici Kredisinin Ekonomi Politiği: Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme
Geçtiğimiz yıllarda hanehalklarının finansal kurumlardan kredi alarak borçlanmaları tarihsel olarak daha önce hiç görülmemiş seviyelere ulaştı. Marksist politik iktisat yazınında her ne kadar kredi ve borçlanma, iktisadi olduğu kadar toplumsal boyutuna atfen de incelenmiş olsa da, ücretli çalışanların borçlanmaları üzerinde yeterince durulmadığını söylemek yanlış olmaz. Marksist bir perspektiften ücretli çalışanların borçlanmalarını incelerken öncelikle altı çizilmesi gereken temel husus, bu borçlanmanın esas itibariyle emek gücünün yeniden üretimini sağlamak için yapılıyor olması ve bu sebeple sermayedarlar arası borçlanma ilişkilerinden farklı özellikler taşımasıdır. Bu farkı ortaya koymak borçlanmanın emekçiler üzerinde nasıl bir denetim mekanizması olarak işlev gördüğünü anlama olanağı sağlaması açısından da önemlidir. Bu yazıda amaçlanan, Marksist teorinin ücretli çalışanların borçlanmalarını analiz etmek için sunduğunu olanakları tartışmak ve ardından Türkiye’de ücretli çalışanların borçlanmalarının neden ve sonuçları üzerinde durmaktır. Türkiye üzerine yapılan analizde öncelikle bankacılık sektörünün nasıl giderek bir kâr alanı olarak bireysel gelirlere yöneldiği ve bu süreçte sektörde yaşanan dönüşüm ele alınmaktadır. Sonrasında kriz sonrası dönemde hanehalkı borçlanmasının özellikleri incelenmekte ve emekçileri borçlanmaya iten temel dinamikler üzerinde durulmaktadır. Meselenin arz ve talep taraflarına dair yapılan bu iki yönlü değerlendirme hem bankacılık sektörü ve ücretli çalışanlar arasındaki eşitsiz ilişkinin giderek nasıl derinleştiğini göstermesi hem de artan borçlanmanın sonucu olarak emekçilerin sermayeye olan bağımlılıklarının nasıl daha da arttığını ortaya koyması bakımından önemlidir.
2000’li Yıllarda Türkiye’de Hanehalkı Borçlanması: Konut Kredileri ve Toplumsal Refah
2000’li yılarda Türkiye ekonomisindeki büyüme hedefi, kısa vadeli borçlanmaya bağımlı bir yapıya büründükçe, faiz oranları karşısında artan kırılganlık, cari açığın yükselmesi ile borçlanma döngüsü içine çekilen bir borçlanma ekonomisinden bahsetmeyi olanaklı kılmaktadır. Türkiye’nin büyüme dinamikleri içinde önemli payı olan konut sektörünün borçlanma içindeki payında artış yaşanmaktadır. Türkiye’de uygulanan sıkı maliye politikası uygulamaları ile kontrol altına alınan faiz oranı, özellikle konut sektörüne yönelen yatırımlarda artış yaratmaktadır. Konut sektöründeki borçlanma mekanizmasında yaşanan değişim, gelir dağılımı üzerinde önemli etkilere sahip olmakta ve hanehalkı borçlarının artan oranları, Türkiye’de kapitalizmin ekonomik büyüme hedefinin borçlanma ilişkisine dayalı yapısını analiz edebilmek açısından önemli ipuçlarını içinde barındırmaktadır. Bu çalışmada hedeflenen, Türkiye’de 2000’li yıllar boyunca konut sektöründe hanehalkının kredi mekanizması ile borçlanmasının gelir dağılımı açısından yarattığı sonuçların ortaya konulmasıdır. Borçlanma olgusu kamu açısından büyümenin temel dinamiği olduğu oranda hanehalkları açısından konut piyasasında artan borçlandırılma eğilimi ile gelir dağılımını yeniden düzenleyen bir mekanizma haline de gelmektedir. Özellikle finansallaşma, yarattığı borç ekonomileri ile toplumsal refah açısından çok daha doğrudan ve önemli sonuçlar yaratmaktadır.
Türkiye’de Kamu Borcunun Yönetimi: 2001 Krizi Sonrası Bulgular ve 2009 Çöküşü Sonrası Stratejiler
Bu çalışma Türkiye’de 2001 krizi sonrası borç göstergelerinin ayrıntılı bir incelemesi ve Hazine Müsteşarlığı’nın sunduğu garantiler ve stratejik yöneliminin dökümünü sunmaktadır. Kriz sonrasındaki dönüşümler ve yeni yapılanma dönemin hakim iktisat paradigmasının ürünüdür. Yakın dönemdeki yasal değişiklikler ve birikim süreci ve borç çevriminin sermaye akımlarına duyarlılığının gösterdiği üzere kamu borç yönetiminin bir sorun olmaktan çıktığı düşüncesi geçersizdir. Devletin süregiden biçimlendirilmesi ve özel sektörün risklerinin üstlenilmesi ile finansal tabana yayılma örneğinde görüldüğü üzere uluslararası reform gündemlerinin aktarımı yeni çelişkileri beraberinde getirmektedir.
Yoksulluğun Mekanlarında Borçluluğun ve “Borçlu”nun Üretilişi
Borçlanmanın yoksullukla başa çıkabilmek için kullanılan bir strateji haline gelmesi, toplumun farklı kesimlerinde farklı borçluluk örüntülerini görünür kılmaktadır. Borçlanma, yoksulluğun giderek derinleşmesine yol açtığı gibi yoksulluk ve borçlanma olguları, birbiriyle bağlantılı olarak birçok durumda birbirini üretebilmektedir. Bu çalışmada, küresel ekonominin ve neo-liberal uygulamaların, borçlanma olgusu, borçluluk örüntüleri ve giderek artan borçlu sayısı üzerinde yarattığı yapısal dönüşümler analiz edilmekte, borca dayalı tahakkümün borçlu öznenin üretilişindeki işlevi irdelenmektedir. Çalışma, yoksulların borçluluk örüntülerinin yanında, borçlanma ağları içerisindeki konumlarını ve borçları karşısında ürettikleri stratejileri kapsamaktadır. Aynı zamanda, borçluluğun ve “borçlu”nun üretilişi, sadece derinleşen yoksulluk olarak değil, bir borç toplumunun biçimlenişi olarak da ele alınmaktadır. Borçlanmanın bireyler üzerinde yarattığı etkiler, “sosyal dışlanma” olgusuyla birlikte tartışılmaktadır.
Varoluş Borcundan Sermayeye: Borcun Soykütüğü için bir Deneme
Günümüzde sermaye, borçlu öznelliğin yeniden üretimi yoluyla sosyal varlığın iç dinamiklerinde bir gelişim imkânı edinmektedir. Söz konusu olan durum geleneksel borçlu tipinin de ötesindeki borçluluk ilişkilerinin tüm toplumsal bedene saçılımını betimlemekte ve günümüz insanı için bu ilişkiler ağına dâhil olmaksızın toplumsal ilişkilerin bir öznesi olmanın imkânsızlaştığını göstermektedir. Borç olgusu, soykütüğünü zorunlu kılarken bu çalışmanın gündemine de kimi kavramsal hamleler yapma sorumluluğunu taşımaktadır. Soykütük denemesi bu amaçla Friedrich Nietzsche’nin Ahlakın Söykütüğü adlı eserindeki borçlu-alacaklı ilişkisine dair gözlemlerden hareketle Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin çığır açıcı metni Anti-Oedipus’ta despotik düzenin bir göstereni olan “varoluş borcu” kavramına odaklanmayı amaçlamaktadır. Varoluş borcunun sermayeye olan “sonsuz borç” şeklinde sürdüğü iddiasını, Maurizio Lazzarato’nun Borçlandırılmış İnsanın İmali adlı kitabına yönelik bir yakın okuma yoluyla gündeme getirmektedir. Bu çalışma borçlan(dır)manın sermayenin akışına paralel bir iktidar ve kontrol mantığının da bileşeni olduğunu ortaya koyarak ontolojik-politik bir yaklaşımın mümkünlüğüne odaklanmakta ve borçluluğun felsefi soykütüğü için bir eksen üretmeyi hedeflemektedir.
Kavramsal Çerçeve, Fikirsel Çevre, Etkinlik Biçimi ve Üretim İlişkileri arasındaki Bağ veya Modern Bilim Neden Evrenseldir?
Modern bilimi modern öncesi dönem bilimden ayıran özelliklerden biri de modern bilimsel modellerin kavramsal yapıları, bu kavramsallıklarına bağlı olarak da evrensel uygulanabilirlik savında olmalarıdır. Bilimin bu özelliği bilimin kapitalist toplumsal üretim ilişkileri içinde gerçekleşen bir bilme eylemi olmasından kaynaklanmaktadır: Modern bilimin sorunları kapitalist toplumun toplumsal gereksinimlerince belirlenmekte, bilimsel üretim bütün kapitalist üretim gibi soyut emek dolayımı üzerinden gerçekleşmektedir.
Finansallaşma ve Hanehalkı Borçluluğu üzerine Dick Bryan’la Söyleşi
Soederberg, S. (2014) Debtfare States and the Poverty Industry
Savran, S.(2013) Üçüncü Büyük Depresyon-Kapitalizmin Alacakaranlığı