Selçuklu ve Osmanlı padişahlarının zulmü, hayatı kendileri için katlanılmaz kıldığında Anadolu halklarının, yüzlerini döndükleri toplum tasarımı yüzlerce yıldır bildikleri, içinden çıkıp geldikleri ilkel eşitlikçi aşiret demokrasisi oldu. Toplumun iktisadi temeli karmaşıklaşıp göçebelik tarihsel temelini yitirdikçe sahici anlamından uzaklaşan bu eşitlikçi ütopya uğruna girişilmiş kavgalar ve verilen kurbanlar, askerî feodal Osmanlı Devleti'nin yerine sınıfsız bir toplumun geçmesini sağlayamazdı ama, bozkırlarda özgür yaşamak özlemiyle tutuşan yoksullar her başkaldırılarında bu despotik devletin temelini kemirerek, ortadan kalkmasını kolaylaştırdılar. Bugün, onların ayaklanmalarından geriye kalan zalime başkaldırma ve ortaklaşa yaşayıp çalışma ruhu, popüler kültürün içinden çağdaş özgürlük kavgalarına sızarak sosyalist mücadeleye yerel duyarlılıklarının üzerinde gelişeceği tarihsel zemini sağlıyor.
Eski çağlarda Selçukluların, Osmanoğulları'nın, zulmüne başkaldıran batınî tarikatların yüzyıllar boyu süren isyanlarının, Kürtler'in, Ermeniler'in, Rumlar'ın, Makedonlar'ın isyanlarının bilgisinin kolektif hafızadan silinmesi için egemen sınıfların okulda, kışlada, basında ve medyada, dinde ve diyanette gösterdikleri çabalar boşuna değildi. Cumhuriyet'in egemenleri onlardan hiç geri kalmadılar - şimdi onların yerine yerleşmek için çırpınan İslamcı halefleri de. Devrimci bir hafıza olmadan, önceki kuşakların bilgisi birbirine eklenmeden ayağa kalkan her yeni kuşak bütün bir ayaklanma bastırma deneyimlerinin ortak mirasına sahip bir egemenlik mekanizması karşısında bir çocuk saflığıyla kalakalıyordu...
Yeni kuşaklar isyanın izine düşerken türkülerinde hep aynı çığlık: Eşitlik!