Eleştirel Güvenlik Çalışmalarının Marksist Eleştirisine Katkı: Devlet, Zor ve Sınıf Mücadelesi Bağlamında “Güvenliği” Yeniden Düşünmek
1945’ten günümüze büyük ölçüde uluslararası ilişkiler disiplini altında gelişen ve 11 Eylül sonrasında dünya çapında hayata geçirilmeye başlanan otoriter devlet politikaları nedeniyle son yıllarda pek çok sosyal bilim disiplini içinde de ilgi çekmeye başlayan “güvenlik çalışmaları” alanına Marksistler de giderek dahil olmaya başlamıştır. Tartışmaya “güvenliğin eleştirisi” bağlamında katılan Marksist yazarların bu ilgisini kışkırtan, 11 Eylül‘ün yanı sıra neoliberal dönemde özellikle 2008 küresel kapitalist krizi sonrası belirginleşen, toplumsal muhalafeti açık şiddetle bastırmaya dönük devlet politikaları olmuştur.
Bu makale, güvenlik ve zor ilişkilerinde yaşanan güncel değişimlere ilişkin aslında 1990’lardan bu yana şekilllenmekte olan Marksist yazını kuşbakışı gözden geçirmeyi ve bu yazın içinde ayrı bir yer tutan devletin dönüşümü-odaklı çözümlemelerin eleştirel bir değerlendirmesini yaparak bu yazına katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Bu değerlendirmede, güvenlik çalışmalarının eleştirisine odaklanan Marksist çalışmalar, Marksist devlet kuramları içinde yapılan metodolojik tartışmalara referansla ele alınacaktır. Makale, bu çerçevede, güvenliğin Marksist eleştirilerinin, işlevsellikle iradilik arasında salınan devlet yaklaşımları nedeniyle malul olduğu metodolojik sorunlara dikkat çekecektir. Bu sorgulama üzerinden aynı zamanda, Marksist güvenlik eleştirilerinin devletlerin güvenlik yapılanmasına ilişkin suskun kaldığı kimi konuların da altı çizilecek, günümüzde siyasi alanda yaşanan dönüşümleri bütünlüklü olarak anlamanın yolunun, ayrı hatlarda devam edegelen bu iki Marksist tartışma hattının birarada ele alınmasıyla üretilecek kavramsal araçlarla, güvenlik, zor ve devlete ilişkin alternatif tarihsel okumalar yapılmasından geçtiği vurgulanacaktır.
Olağanüstülük Yok: Otoriter Devletçilik. Agamben, Poulantzas ve İç Güvenlik
Bu makale, terörle mücadeleyi ve bu kapsamda siyasi iktidar kurgusunu anlamlandıran iki farklı yöntemin anahatlarını ortaya koyup bunları birbiriyle karşılaştırmaktadır. Makale, ABD’nin iç güvenlik yapılanması zemininde, ilk olarak Agamben’in kalıcı olağanüstü hal üzerine var olan tezinin anahatlarını belirlemektedir. İç güvenliğin kilit noktaları ile ilişkili olmasına rağmen, bu tez analitik olarak sınırlı ve teorik olarak kırılgandır. Bu tezin eksikliklerinin üstesinden gelmek ve siyasi iktidarın günümüzdeki örgütlenmesine dair daha iyi bir kavrayış sunmak için Poulantzas’ın devlet teorisinden türetilen stratejik-ilişkisel bir yaklaşım önerilmektedir.
Faşist İdeolojinin Materyalist Örüntüleri: Sınıf, Sermaye ve Savaş
Burjuva tarih yazımı, faşizmi ortaya çıkaran momentumu “sapma”, “doğal düzenin bozulması” ya da “kötücüllük” olarak resmetmektedir. Tarihsel örneklerle birlikte faşizmlere dair “nesnel” bir analiz oluşturulmaya çalışıldığında ise, sınıfsal ilişkilerinin belirlenimindeki “kriz” vurgusu öne çıkar. İdeolojik, siyasal ve ekonomik merhalelere sahip kriz koşulları, sınıfsal çelişkilerin uzun vadede dışavurumunun neticeleridir. Antonio Gramsci ve onu izleyen Nicos Poulantzas’ın faşizm analizinde, faşizmi diğer tip diktatöryel ve baskıcı yönetimlerden ayıran kritik nokta, faşist ideolojinin sınıf yapılanmasındaki etkisi ve devlet aygıtlarının kazandığı biçimdir. Krizin derinliğine ve genişliğine bağlı olarak, devletin zor aygıtları ile ideolojik aygıtları arasındaki bütünleşme eğilimi artar. Buna bağlı olarak, faşist ideoloji farklı toplumsal ve ideolojik bileşenlerle tahkim edilir. Bu makalede Marksist bir bakış açısıyla, klasik faşizm dönemlerindeki ideolojinin öğeleri, ilgili toplumsal formasyondaki görünümleri ve kitlenin motivasyonunun sağlanma şekli ele alınacaktır. Sonuç olarak, faşist ideolojinin soyut fenomenlerin toplamından veya Marx’ın dediği üzere “bir bireyin zora başvurmasından” ibaret olmadığı, maddi ilişki ve çelişkilerce de şekillendirildiği iddia edilecektir.
Bir Siyasal İdare Tekniği Olarak Güvenlik ve AKP Döneminde Ulusal Güvenlik Devleti
Güvenlik, iktidar ilişkilerine içsel olmasının da ötesinde, kendi başına bir iktidar kurma biçimi, bir yönetme mantığıdır. Bu mantık liberal-demokratik düzenlerde, devlet aklı, hukuk devleti ve güvenlik/ özgürlük dengesi unsurlarına dayandırılarak güvenlik imgelemini biçimlendirmiş; devletin gerek baskı aygıtlarının geliştirilmesinde, gerekse bu aygıtların sivil toplumda belirli bir meşruiyet çerçevesinde kullanılabilmesine olanak yaratmıştır. Neoliberal dönüşüm ise, küresel ölçekte, bu temel unsurların bazılarını aşındıran, bazılarını dönüştüren ya da yeniden formüle edilmelerini sağlayan yeni güvenlik kurum, pratik ve söylemlerini gündeme getirmiştir. Bu çalışmada, Türkiye’de özellikle 2011 sonrası dönemde AKP hükümetinin giderek keskinleşen güvenlik siyaset ve söylemlerini okumak için kullanılan kuramsal analiz çerçevesi, Mark Neocleous’un bir siyasal idare tekniği olarak tanımladığı güvenliğin, liberal politik ussallık içinde nasıl kurulduğu ve neoliberal dönemde de nasıl dönüştüğü sorusundan hareketle kurulmuştur. Liberal düzen inşasının en ayrıcalıklı siyasal tekniği olan güvenlik, neoliberal dönemde nasıl işlemektedir? Klasik liberalizmin devlet aklı, hukuk devleti ve özgürlük/güvenlik dengesi unsurları, içerik ve işlevleri bakımından neoliberal dönemde nasıl farklılaşmışlardır? Çalışmanın tartışma bölümünde AKP iktidarı döneminde, bir siyasal idare tekniği olarak güvenliğin bütüncül niteliği ve kurucu yapısı, özellikle son dönemde yaşamsal birer güvenlik sorunu olarak tanımlanan üç temel mesele üzerinden ele alınmaktadır: Gezi ile başlayan toplumsal mücadelelerin güvenlikleştirilmesi ve etnik/mezhepsel temelde devam eden güvenlikleştirme/ pasifleştirme politikası, Kürt siyasal hareketinin Çözüm Süreci ile aşılması ve süreç boyunca devam eden güvenlikleştirme politikası, son olarak da Gülen Cemaati’nin bir terör örgütü olarak tanımlanmasına neden olan iktidar bloğu krizi. Hükümet açısından, gerek kurulan toplumsal/iktisadi düzene, gerekse yürütülmekte olan ik
“Güvenlik Devleti”, Gözetim-Polislik Ağları ve 2000’li Yıllarda Türkiye’de Üniversite Kampüslerine Yansımaları: Kürt Özgürlük Hareketi Özelinde Bir Değerlendirme
Türkiye’de üniversite kampüsleri, 2000’li yıllarda çeşitli “güvenlik” tedbirleriyle yeniden düzenlenmiş; bu mekanlara özel güvenlik görevlileri, elektronik kameralar, sivil ve üniformalı polisler yerleştirilmiş; polis teşkilatı/valilikler, özel güvenlik görevlileri ve üniversite idareleri arasında daha yakın işbirliği kurulmuş; bu işbirliği mekanizmalarına aileler ve öğrenciler de dahil edilmeye çalışılmıştır. Gözetim-polislik ağları olarak tanımlanabilecek bu yapılanmanın yanı sıra, disiplin soruşturmaları artmış, “terörle mücadele” düzenlemeleri yoluyla ağır ceza mahkemeleri de sıklıkla aktive edilmeye başlanmıştır. Bu makalenin amacı, Türkiye’de üniversite kampüslerinde oluşturulan gözetim-polislik ağlarını ve bu ağlar yoluyla öğrenci muhalefetini pasifize etmeye yönelik uygulanan yeni iktidar teknolojilerini, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri döneminde (2002- ) devletin içine girdiği yeniden yapılanma süreci ve yönetim rasyonalitesinin dönüşümü çerçevesinde incelemektir. Çalışmada, Türkiye’de, AKP hükümetleri döneminde, kamu kurumlarının neoliberal yönetim rasyonalitesi çerçevesinden yeniden kurgulandığı, finans sermayesinin hakimiyeti altında “risk önleme” amacının yönetim rasyonalitesinin başat bileşenlerinden biri haline geldiği ve bu süreçte, Amerika, Kanada gibi ileri kapitalist ülkelerin tecrübelerine benzer şekilde, “güvenlik devleti” olarak adlandırılan yeni bir devlet formunun ortaya çıktığı iddia edilmektedir. Bu devlet formu içerisinde “önleyici güvenlik” anlayışı çerçevesinde oluşturulan yeni bir “güvenlik” tertibatı (dispositif) hakim bir konum edinmiştir. Makalede, söz konusu tertibatın önemli bir parçası olduğu iddia edilen gözetim-polislik ağlarının işleyişi, Kürt Özgürlük Hareketi içerisinde faaliyet gösteren ve bu ağların öncelikli hedefi haline gelen muhalif öğrencilerin pasifize edilmesine yönelik uygulanan stratejiler üzerinden incelenmektedir. İncelemeye göre, bu ağlar yoluyla, öğrencilerin sürekli gözetim altında tutulması ve geniş ça
2000’ler Türkiyesi’nde Kürt Coğrafyasındaki Polis Şiddetinin Kökenleri: Seküler Evrenselin Yitimi
Türkiye’de polisin Kürt halkının yoğun olarak yaşadığı coğrafyada sergilediği şiddetin boyutları, şiddetin Türkiye toplumu üzerinde yarattığı korkunun yanı sıra genel olarak toplumsal muhalefetin bu şiddeti kavrayışını da belirlemektedir. Şiddetin yarattığı puslu ortamda şiddet karşısında isyan edenin duyumsayabildiği ekseriyetle en yakınındaki anlık görüntü ve dolayısıyla yalnızca fenomenal gerçek olmaktadır. Bu dertle yola çıkan makale, Kürt coğrafyasında sergilenen polis şiddetinin konjonktürel nedenlerinden ziyade yapısal kökenleri üzerine bir düşünme ve analiz denemesidir. Bunun için makalede Türkiye’de polisin 2000’li yılların başından bugüne dek Kürt meselesini nasıl kavradığı ve bu meseleyle baş etmek konusunda kendisine ne türden görevler biçtiği ergilenmeye çalışılacaktır. Türkiye’de polis, Kürt meselesini “küresel terörizmle mücadele” olgusu içine yerleştirmekte, dolayısıyla da yeni liberalizmin güvenlik yönetişimi unsurlarını bölge koşullarında yeniden üreterek sistematik ve düşünülmüş müdahalelerde bulunmaktadır. Bu süreç bize, Türkiye’deki polis şiddetinin kaynağında modern polisin -elbette tüm çelişkileriyle- üzerine yaslandığı seküler evrensellik ilkesinin tümden bertaraf edilmesinin yattığını göstermektedir. Güvenlik bağlamında evrensellik ilkesinin yitimi, dinselleşmenin ya da teolojik olanın güvenlik alanı üzerindeki etkisinin giderek artması ve güvenlik tedarikinde yerelleşmenin ya da geleneksel otorite ilişkilerinin öne çıkması anlamına gelmektedir. Bu, küresel bir eğilim olmakla birlikte, özellikle 2000’lerden itibaren Türkiye’nin özgül koşullarında güçlü bir şekilde yeniden üretilme imkânını elde etmiştir. Sonuç olarak, Türkiye’de özellikle Kürt coğrafyasında uygulanan polislik politikaları, bu coğrafyada eski rejim (ancien régime) tipi bir devlet yapılanmasının oluşturulma sürecine işaret etmektedir.
Türkiye’de Resmi İdeoloji Eleştirisinin Sorunları
Bu çalışma, Türkiye’de ideoloji konusundaki araştırmalar ve genel tartışmalar üzerinde belirleyici hale gelen resmi ideoloji eleştirisini incelemeyi amaçlamaktadır. Resmi ideoloji kavramının popülaritesi ve yaygın kullanımına rağmen kavramın üzerinde oydaşma sağlanmış bir tanımının yapılmadığı ve egemen ideoloji gibi ideoloji başlığındaki diğer kavramlarla ilişkisinin incelenmediği öne sürülmektedir. Bunun ötesinde, resmi ideoloji tartışmasına yapılan aşırı vurgunun, Türkiye’de ideolojiler alanını anlamaya ve analiz etmeye dönük çabalar üzerinde olumsuz etkileri olduğu savunulmaktadır. Bu çalışma, söz konusu olumsuz etkileri, ilgili literatürün sorunlu yanlarını daha net biçimde ortaya koyacak bir sınıflandırma yaparak tartışmaya açmaktadır.
Suruç Katliamı Sonrasında Devlet ve Güvenlik: Bir belgenin anlattıkları
Üniversitelerde Güvencesizlik ve Esneklik: Ne İş Olsa Yaparım Abi!
Mark Neocleous Külliyatı Üzerine İçerden Bir Eleştiri
Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik
Sınıf, Kültür ve Bilinç Türkiye’de İşçi Sınıfı Kültürü, Sınıf Bilinci ve Gündelik Hayat