Sınıf Tartışmalarının Yirminci Yüzyıl Kökenleri: Lukács, Poulantzas ve E.P. Thompson
Bu makale tarihsel materyalist gelenekteki sınıf tartışmalarının yirminci yüzyıl kökenlerini incelemektedir. İncelemenin ana aksına György Lukács, Nicos Poulantzas ve E.P. Thompson’ın sınıf yaklaşımlarını alarak, birbirleri arasındaki karşıtlıklar üzerinden Marksist sınıf teorisinin altındaki epistemolojik yaklaşım farklılıklarının bu teorilerin ve teorisyenlerin içinde oldukları tarihsel bağlamlar içerisinde hangi somut durum analizlerini mümkün kıldığını ve ne tür siyasal stratejilerle ilişkili olduklarını araştırmaktadır. Sınıf yaklaşımlarının tarihsel bağlamları içerisinde anlaşılması gerektiğinden hareket ederek sınıf bilinci, sınıf yapısı ve sınıf oluşumu kavramlarının ve bu kavramları mümkün kılan sınıf kavrayışlarının sınıf failliğini nasıl ele alıp tanımladığı; sınıf failliği ile siyasal strateji arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğu; bunun pratikteki yansımalarının ne tür sonuçlar ürettiği ve yirminci yüzyıldaki bu tartışmaların bize sınıf teorisi ve bu teoriyle doğrudan ilişki halindeki praksis açısından ne tür katkıları olduğu sorularının cevaplarını aramaktadır.
Anahtar kelimeler: sınıf bilinci; sınıf yapısı; sınıf oluşumu; faillik; yapı; Avrokomünizm.
Sınıfın Bilinçdışı: Sınıf Nesnelliğinin Taşıyıcısı, Sınıf Öznelliğinin İtici Gücü, Sınıf Bilincinin Harcı
Bu metin “sınıfın bilinçdışı” kavramını, bir kuram, araştırma ve politik yeniden inşa nesnesi olarak oluşturma çabasına katkı sunma amacı taşımaktadır. Sınıfın bilinçdışının tanınması ve tanımlanmasına yönelik yürütülecek bu tartışmada öncelikle, sınıf oluşumunda merkezi bir kavram olan sınıf deneyiminin, “belirlenme” ve “belirleme” olarak ikili niteliğinden söz edilecek; bu bağlamda sınıfın bilinçdışının, deneyimin “belirlenme” boyutuna oturup oturmadığı sorusu sorulacaktır. Bu soru üzerine düşünebilmek için ise bilinçdışı ve bilincin, öznellik ve nesnellik arasındaki diyalektik ilişkide nasıl bir yeri olduğunun anlaşılması gerektiğine vurgu yapılacaktır. Metinde, öznellik ve nesnellik arasındaki diyalektiği anlamamıza yardımcı olabilecek bir model önerisinde bulunulacaktır. Ondan sonra da, bu modelin bize sunduğu mantık çerçevesinde sınıfın bilinçdışının nasıl kavranabileceğine dair bir tartışma yürütülecektir. Bu tartışma sonucunda sınıfın bilinçdışının hem sınıf nesnelliğinin izlerinin taşıyıcısı, hem de sınıf öznelliğinin itici gücü olduğu tespit edilecektir ve sınıf bilincinin de bir önkoşulu ve harcı olduğu vurgulanacaktır.
Anahtar kelimeler: sınıfın bilinçdışı; deneyim; belirlenim; öznellik; nesnellik.
Toplumsal Analizde Öznenin Sorunsallaştırılması
Toplumsal olanın bilgisi, kategorik olarak maddi olanın bilgisinden farklıdır. Bilgi nesnesi olarak bu iki kategorik oluşum arasında ayrım yapılması metodolojik olarak kritik bir öneme sahiptir. Bu iki nesnellik aynı zamanda iki ayrı öznelliği varsayar. Bu öznelliklerin ne olduğu tartışması, Marx’ın kavramsal analizinin merkezinde yer alır. Marx’ın analizinde bu konu, öznenin sorunsallaştırılması olarak zımni bir şekilde ele alınmaktadır. Genellikle üzerinde durulmayan bu konunun kenarda bırakılması, toplumsal analizde kavramsal olarak önemli sorunlara yol açmaktadır. Bunun en belirgin sonuçlarından biri, özneyi sorunsallaştırmayan yaklaşımlarda nesnelliğin kendinde şey olarak alınmasıdır.
Anahtar kelimeler: özne; nesnellik; öznellik; toplumsal analiz.
“Ursprüngliche Akkumulation”nun Sürekliliği, Dolaylı Tahakküm ve Devlet
Marx’ın “ursprüngliche akkumulation” kavramı kapitalizmin tarih öncesini değil; şimdisini imleyen, kapitalizmin kurucu öğesidir. Bu makalede kapitalist birikimin nasıl bir süreklilik arz ettiğini, işçi sınıfı ile üretim araçlarının ayrılığını ifade eden “ursprüngliche akkumulation”un sınıf, sınıf savaşımı ve devletle nasıl da iç ilişkili olduğu, kapitalist birikiminin olmazsa olmazının burjuva devleti olduğu tartışılacaktır. Yazının “ek” kısmında “ursprüngliche akkumulation” kavramına Türkçe bir karşılık önerilecektir.
Anahtar Sözcükler: “ursprüngliche akkumulation”; birikim; kökensel birikim; sınıf; devlet.
Marksizm ve Uluslararası İlişkiler: Praksis Merkezli bir Diyalektik
Uluslararası İlişkiler, Marksist kuramın en zayıf olduğu alanlardan biri olagelmiştir. Emperyalizm teorilerinden dünya sistemi yaklaşımına kadar bir dizi Marksist girişime rağmen, Marksizm henüz uluslararası ilişkilere dair, onu tarihsel sosyolojik ve siyasi iktisadi süreçlerden tecrit etmeyen bir teori geliştirme çabasında karşılaşılan sorunlara tatmin edici bir çözüm üretememiştir. Bu makale, bu minvalde indirgemeci olmayan bir uluslararası ilişkiler teorisinin imkânını sorunsallaştırmaktadır. Dünya sistemleri yaklaşımı, eleştirel teori ve eşitsiz ve birleşik gelişim teorisini eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutarak, diğer sosyal bilimlerle sadece dışsal bir ilişki kuran bir Marksist uluslararası ilişkiler teorisinin mümkün olmadığını savunmaktadır. Bunun yerine, praksis ve diyalektiği merkeze alan, somut bir araştırma sorusunun yön verdiği bir yöntemi Marksizme en uygun yöntem olarak önermektedir. Bu yönteme göre, “uluslararası” denilen meseleler açıklanırken, kaynağını hangi alandan aldığına bakılmaksızın, bu meselelerin somut belirlenimleri dikkate alınmalıdır.
Anahtar kelimeler: Uluslararası İlişkilerde yöntem; Marksist diyalektik yöntem; praksis; toplumsal yeniden üretim stratejileri; sosyal bilimlerde ontoloji ve epistemoloji.
Biçim Sorunsalı: Diyalektik ve Uluslararası Hukuk Üzerine Yöntemsel Notlar
Bu makale, Susan Marks’ın 2008 yılında derlediği International Law on the Left: Re-examining Marxist Legacies [Sol’da Uluslararası Hukuk Tartışmaları: Marksist Mirasın Yeniden Ele Alınması] isimli kitabına ilişkin geniş kapsamlı bir tartışma yürütmektedir. Uluslararası hukuka ilişkin diyalektik bir yöntem geliştirmenin Marksizmden içre olanaklarını soruşturan metin, uluslararası hukuk mefhumunun, hakim pozitivist söylemin biçimsel (formalist) argümanlarına ya da “vülger” Marksizmin araçsalcı indirgemeciliğine hapsedilemeyeceğini savunur. Pierre Bourdieu’ya referansla, uluslararası hukukun biçimsel yapılanışının bir tür “güç alanı” (field of power) olarak anlaşılabileceğini iddia eder. Uluslararası hukuki biçimin Marksist sosyal kuramının, siyasal iktisat ile Foucaultcu söylem analizinin bir arada yeniden değerlendirildiği bir diyalektik düzlemde mümkün olabileceğini ileri sürer.
Anahtar Kelimeler: Uluslararası hukuk, biçim, diyalektik, Marksizm, Bourdieu, Foucault.
Marksizmin Sosyal Bilimlere Sunduğu Yöntembilimsel Olanakları Tartışmak: Türkiye’de Konut Sektörünün Oluşumu ve Devlet
Bu yazı temel bir argüman etrafında örülmüştür: Marksist yöntemin soru sorma, analiz nesnesine yaklaşma ve soyutlama gücü sosyal bilimlere muazzam olanaklar sunmaktadır. İçsel ilişkiler felsefesi ve eleştirel gerçekçilik literatürleri ile diyalog içinde olan ve konut meselesini örnek vaka olarak alan metin, Marksist soyutlamayı aşamalandırarak okuyuculara ampirik bir çalışma yapmak için mütevazi bir izlek sunma derdindedir. Konut meselesini temel uğrak alarak yapılan Marksist soyutlama üç temel aşamadan mürekkeptir. Soyutlamanın ilk uğrağı “gerçek somut” olarak alınan konut meselesinin tüm zenginliği ve karmaşıklığıyla toplumsal ilişkilerin içine yerleştirilerek gözlemlenmesidir. “Düşüncedeki soyut”un kavramsallaştırıldığı ikinci aşamada, Marx’ın emek-değer teorisindeki temel soruya referansla yeni bir soru formüle eden makale, “nasıl bu içerik (konut meselesi), bu formu (TOKİ eliyle konut üretimi) almıştır?” diye sormaktadır. Soyutlamanın üçüncü aşamasında ise “düşüncedeki somut”a dönerek konut sektörünün oluşumundaki temel aktörler olan farklı sermaye fraksiyonları ve devlet tekrardan incelemeye alınır. Bu noktada konut meselesi sermaye çevrimlerinin oluşumu ve Marksist devlet teorileri bağlamına yerleştirilerek konut sektörünün oluşumundaki temel aktörlerin tamamlayıcı ve çelişkili ilişkilerine bakılır. Makalenin son kısmında ise konut meselesinin son donem aldığı forma oluşturulabilecek alternatifler üzerine kısa bir tartışma yapılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Marksizm; içsel ilişkiler felsefesi; eleştirel gerçekçilik; soyutlama; konut; devlet.
Sanat-Kapitalizm İlişkisi Üzerine Eleştirel Okumalar
Sanat üzerine yapılan son dönem yorumlarda sanatın artan ölçüde metalaşması vurgusu yapılmaktadır. Bu bağlamda, metalaşma sürecinin gelinen aşamada sanatı olumsuz etkilediği ve hatta sanatın sonunu getirdiği dile getirilmektedir. Çalışmamızın temel amacı bu tarz yorumları eleştirmektir. Çıkış noktamız ise meta kavramının belirleyenleridir. Çalışma, sanat ve sanatçının kendine ait özelliklerinin meta kavramı içinde ele alınamayacağını savunmaktadır. Sanatın, sanat ortamını baskı altına alan koşullarda, tarihsel/güncel kaynaklara yönelerek kendisini yeniden ve yeniden yarattığının altı çizilmektedir.
Anahtar kelimeler: Sanat, sanatçı, sanat ürünü, meta, kapitalizm, eleştiri, Marksist yöntem.
“İyi” ve “Kötü”nün Ötesinde: Distopya İçinde Yaşayan İnsanlara Bir Bakış Denemesi