Türkiye’de İslamcılık ve İslamcı Hareket
İslamcılık bir kurtuluş ideolojisi olarak tarihsel bir olgudur. Bu nedenle İslamcılık, siyasal güç ve sınıf ilişkilerinin ifadesinden başka bir şey değildir ve bu nedenle farklı dönemlerde farklı ideolojilerle eklemlenmiştir. Bu eklemlenmenin temeli, İslamcılığın yansıttığı toplumsal güç ve sınıf ilişkilerinde yatmaktadır. Bu çerçevede makalede Türkiye’de İslamcılığın ve İslamcı hareketin, temsil ettiği sınıfların çıkarları neyi gerektiriyorsa o ideoloji ile eklemlendiği ve bu ideolojinin genellikle dönemin hakim ideolojisi olduğu ileri sürülmektedir. Günümüzde İslamcı hareketin tabanı çoğunlukla esnaf, tüccar, küçük ve orta ölçekli işletmelerin sahipleri kapitalistler gibi bir sınıf bileşiminden oluşmaktadır ve kısacası, Türkiye’de İslamcı hareket bu sınıfların ihtiyaçlarına göre değişen biçimlerde Türkçülükle, milliyetçilikle, muhafazakarlıkla, liberalizmle, anayasacılıkla vb. eklemlenmektedir.
Türk Sağı’nın Süngüleri: “Milliyetçi-Muhafazakârlık”tan İslamcılığa Cami Mimarisi
Müslüman toplumlarda yaşanan ulus-inşası süreçlerinde camiler sıkça ulusu temsil eden semboller olarak ele alınmış, devlet projeleri olarak büyük ölçekli camilerin inşa edildiği görülmüştür. Türkiye’de ise cami mimarisi ancak 1950 sonrasında siyasal bir boyut kazanmıştır. Milliyetçi-muhafazakâr ideolojinin domine ettiği geniş Türk Sağı damarı için cami mimarisi, geleneksel örneklerin taklidine hapsolmuştur. Buna karşılık, AKP iktidarı döneminde cami mimarisinin çoğulculaştığı, hatta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bile çağdaş mimari ifadelerin arayışına girdiği görülür. Bu koşullara karşın AKP iktidarının, devleti temsil ettiği düşünülen büyük ölçekli camilerin tasarımında klasik Osmanlı camilerinin taklitlerinden vazgeçmediği görülür. Bu makalenin temel argümanı, klasik Osmanlı taklidi cami mimarisinin bugün ürettiği ideolojik anlamın, milliyetçi-muhafazakârlığın belirlediği çerçeve içinde üretilen taklit camilerden farklı olduğudur. AKP iktidarı için klasik cami imgesi, ulusun millet biçiminde yeniden kurulmasının bir aracıdır. Bu imge, küresel ölçekte anlam kazanan ve millete küresel İslam içinde ayrıcalıklı bir konum tanımlayan ideolojik bir araçtır.
Milliyetçiliğin İdeolojik Haritasında Temizlik Fikri:Almanya’daki Ülkücü Gençler Örneği
Bu çalışma, Almanya’daki Ülkücü gençlerle yapılan bir empirik çalışmaya dayanarak milliyetçiliğin ideolojik haritasına daha yakından bakmaya çalışmaktadır. Ülkücü gençlerin, Almanya’da Ülkücü derneklerle temasa geçme sürecinde ‘pislikten kurtulma’ ve ‘temiz’ bir yere ulaşma isteklerinin sıklıkla söylemesi, ‘temizlik’ fikrinin bu haritada önemli bir konuma sahip olduğunu göstermektedir. Ülkücü metinlerin ve mülakatların eleştirel bir analizi, temizlik düşüncesinin Ülkücüler açısından kendine özgü kaynakları olduğunu ve bu düşüncenin pürüzsüz işleyen bir ilkeden ziyade, ciddi çelişkilerle dolu ve çeşitli tekniklerle bertaraf edilmeye çalışılan bir retorik olduğunu göstermektedir. Analizler sonucunda ayrıca, güç kavramının Ülkücü temizlik algısının temel belirleyeni olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.
Sınıfın Söylemsel Kuruluşu: 1947 Sendikacılığının İlk Yıllarında Milliyetçi ve Anti-Komünist Söylemler
1947 sendikacılığının ilk yıllarında sınıfsal kimliğin inşası sürecinde kullanılan milliyetçi ve antikomünist söylemlerin incelenmesi bu makalenin konusunu oluşturur. Ulus inşa süreciyle sanayi proleteryasının genişlemesi sürecinin zamansal olarak örtüştüğü erken cumhuriyet döneminde, işçi sınıf kimliği ulusal kimlikle oldukça yakın ilişki içerisinde oluşmuştur. Milliyetçi söylemin sendikal hareket içerisinde yaygın olarak kullanılmış olması bu yakınlığın bir kanıtıdır. Fakat işçilerin kendilerini “Türk işçisi” olarak tanımlama süreçlerini, işçi sınıfının devletin ideolojik olarak tamamen kontrolü altında olmasıyla açıklamak fazla kolaycı bir yaklaşım olacaktır. Bu açıdan işçi sınıfı bilincinin milliyetçi ideoloji tarafından ele geçirilmesi anlatısı yerine, dönemin koşulları ve anlam dünyası içerisinde, işçi sınıfı kimliği ve bilincinin kültürel ve siyasi inşasında milliyetçiliğin rolünü anlamaya çalışmak gerekir. Burada benimsendiği haliyle sendikaların tarihine aşağıdan bir bakış, sınıfın sübjektif oluşum koşullarının sendikal hareketin politik ve ideolojik ilişkiler evrenini nasıl sınırlandırdığının yanısıra, neleri mümkün kıldığını da anlamamızı sağlayacaktır.
Tüketimin Teolojisi ya da Teolojinin Tükenişi: Türkiye’de Helal Gıda Örneği
Gündelik hayat bir resimse toplumsal hayat resmin bütünüdür ve bu bütünlüğün içinden alınan ya da yeni konulan tek bir parça bile o gündelik hayatın resminde de kendini ele verecektir. Bu bağıntı etrafında dolaşıldığında, gündelik hayat pratiklerinin topluma nüfuz eden ideolojilerle de aynı ilişkiye tabi olduğunu kestirmek zor olmayacaktır. İdeoloji ve gündelik hayat hattına bir de kapitalist toplumun ülküsü tüketim eklendiğinde, hattın gideceği yol açıktır. Türkiye ekseninde bakıldığında; İslamcılık ideolojisinin tarihsel seyrindeki değişim ve toplumsal yapının her kertesinde kazandığı konum, kişilerin birebir gündelik hayatlarına yansırken, gündelik edimlerden biri olan tüketim alışkanlıkları da bu değişime ayak uydurmuştur. Bu birbirini tamamlayan zincirlerin son halkası da sermayenin tüketim toplumuna yeni “katkısı” olan helal gıdadır. Ve bu çalışma, helal gıda arayışlarının bu zincir içinde nasıl bir dönüşümün halkasını olduğunu ortaya koyma gayesi taşımaktadır.
Radikal Muhalefette Yeni Bir Soluk: Müslüman Anti-Kapitalistler
İslamcılık, Türkiye siyasetinin özellikle son çeyrek yüzyılına damgasını vurmuştur. Erbakan önderliğinde siyasal kimlik kazanan Türkiye İslamcılığı, 1980 sonrasında radikal solun boş bıraktığı siyasal zeminde mazlumun-mağdurun sözcüsü olma iddiasıyla yola çıksa da iktidar olmasıyla birlikte zulüm, sömürü, yolsuzluk ve adaletsizlikle özdeşleşerek etik-moral üstünlüğünü kaybetme yolunda ilerlemiştir. İslamcılığın muhalif bir hareketten muktedirliğe uzanan hikâyesine tepki olarak bu geleneğin içinden muhalefet odakları çıkmış; bu odaklar, AKP iktidarı süresince ideolojik ve eylemsel olarak netleşip radikalleşerek Müslüman anti-kapitalistleri vücuda getirmiştir. Müslüman anti-kapitalistler, İslamcı kökenlerden gelmekle birlikte bu gelenekten kopuş yaşayan ve anti-kapitalizm üzerinden İslam’ın tamamen farklı bir okumasını üreten bir akımı ifade etmektedir. Müslüman antikapitalistler, İslam dinini eşitlikçi radikal bir hareketin referans kaynağı olarak yorumlayarak siyasal İslam’ın geleneksel çizgisinden bambaşka bir siyasal proje ortaya koymaktadır. Müslüman anti-kapitalistlerin İslam yorumunda anti-kapitalizm ve servet karşıtlığı temel bir öğe olduğundan bu akım, bırakın geleneksel İslamcılarla aynı siyasal zemine basmayı, ideoloji ve pratikleriyle sol spektrumun radikal kanadına denk düşmektedir.
Praksis Felsefesinde Felsefe Siyaset Özdeşliği ve Siyasal Toplum Artı Sivil Toplum Olarak Devlet Kavrayışı
Bu çalışma Antonio Gramsci’nin geliştirdiği praksis felsefesindeki siyaset ile felsefe özdeşliği prensibi ve ondan yola çıkarak biçimlenen devlet kavrayışı üzerinedir. Çalışmada Gramsci’nin felsefe ve tarih arasındaki ilişkiyle ilgili olarak öne sürdüğü yeni kavrayış, onun kendi teorisini üzerine inşa ettiği Karl Marx, Antonio Labriola ve Benedetto Croce’nin felsefe ve tarih teorileri ile bir arada ele alınmıştır. Gramsci’nin praksis felsefesinin temelinde spesifik olarak üç özdeşlik yer alır. Bunlardan ilki kökenini Feuerbach üzerine onbirinci tezde bulan felsefe ve siyaset özdeşliğidir. İkincisi yapının, bir tarihsel blok oluşturacak şekilde üstyapılarla özdeşleşmesidir ve Antonio Labriola’nın fikirleri vasıtasıyla geliştirilmiştir. Üçüncüsü devlet içerisinde gerçekleşen siyasal toplum ve sivil toplumun özdeşliğidir ve Croce’nin etik devlet kavramının geliştirilmesini ifade eder. Bu devlet kavrayışı ondokuzuncu yüzyıldan başlayarak egemenliğin hükümet aygıtındansa, sivil toplumun özel alanında daha fazla ifade bulması fenomenine referansla oluşturulmuştur. Burjuvazinin tarihe getirdiği yenilik budur; siyasal toplumdaki egemenliğin sivil toplumda yaratılan boyun eğme iradesiyle korunması. Bu fenomenin bir yönü de egemen fikirlerin felsefeci olmayanların felsefeleriyle özdeşleşmesidir. Dolayısıyla gelişkin ve örgütlü bir sivil toplumun olduğu Batı’da uygun devrimci strateji, parti önderliği ve yığınlar arasında karşılıklı pedagojik bir ilişkiyi temel almak zorundadır. Bu sayede sivil toplumda burjuvazininkine karşıt bir örgütsel faaliyet gerçekleştirilecektir.
Kapitalist Üretim İlişkilerinin Sürdürülmesinde Psikolojinin Rolü: Anaakım Çalışma ve Psikoloji İdeolojilerinde Bireycilik ve Akılcılık
Anaakım psikoloji kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülmesinde birçok farklı role sahiptir. Bu metinde psikolojinin bu ilişkileri kapitalist çalışmaya dair iki temel varsayım kümesini sahiplenerek sürdürmesi ön plana çıkarılacaktır. Bunlar bireycilik ve akılcılıktır. Bireycilik kapitalist çalışmanın temel kültürel öğelerinden biridir. Bireycilik mantığı temel bir birey-toplum ikiliğine yaslanmakta, psikoloji de bu kurguyu yalıtılmış birey varsayımıyla yeniden üretmektedir. Diğer yandan akılcılık, kapitalist çalışmanın, kârın azamileştirilmesi ve verimliliğin artırılması için vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Madde-akıl ve doğa-akıl karşıtlığında yalıtılmış ve üstün bir konuma sahip akıl, nesnelcilik, ölçme, hesaplama, vb. gibi pozitivist çabalarla psikoloji disiplininin de yüceltilmiş bir kavramı olmuştur. Kapitalist çalışma ve psikoloji disiplini arasındaki bu ortaklık bu yazıda hegemonya çerçevesine oturtulmakta ve bu alanlar içerisindeki muhalif unsurlar da sahiplenilerek bir karşı hegemonya üretme hedefi doğrultusunda incelenmektedir.
Yeni Toplumsal Hareketler Teorisinde Süreklilik ve Kopuş Sorunları
Siyasal İslam ve Sınıflar: Utku Balaban’ın Faburjuvazi Kavramı Hakkında