YAĞMUR KENDİRCİ
(Birgün Kitap 24.10.2016)
Türkiye’de sosyalist hareketin düşünsel kaynaklarına dönük pek çok şey yazıldı; bu literatürün bir kısmı belirli hareketlerin/partilerin sosyalist hareketin tarihindeki yerini işaretlemek niyetindeyken, bir kısmı ise genel olarak sosyalist hareketin düşünsel sürekliliğine ve kopuşlarına odaklanmayı tercih ediyordu. Ümit Özger ve Emirali Türkmen’in hazırladığı Türkiye Solundan Portreler ise bu toprakların sosyalist hareketini, geç Osmanlı döneminden itibaren süregelen tarihi dahilinde öne çıkan düşünürler/pratisyenler üzerinden okumaya soyunuyor. Bununla birlikte kitabın kendisini benzerlerinden ayıran önemli iddiaları mevcut.
Türkiye’de sosyalist hareketin tarihi hemen her zaman Türkiye Komünist Partisi’nden ve özel olarak da Mustafa Suphi’den başlatılagelmiştir. Cumhuriyet tarihindeki sol hareketlerin/partilerin düşünsel bağlantıları düşünüldüğünde, bunu çok da yadırgamamak gerekir. Fakat işte kitabın kritik iddialarından (ve aslında müdahalelerinden) biri de buraya dönüktür: Bu topraklarda (geç Osmanlı döneminde) kurulan ilk Marksist referanslı partinin Sosyal Demokrat Hınçak Partisi olmasına referansla, Türkiye Solundan Portreler, sosyalist hareketin kuruluş tarihinin öne çekilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Daha sonradan kurulan ulus devletin düşünsel rahmi ile Türkiye sosyalist hareketinin düşünsel rahminin aynı, yani Genç Osmanlılar/İttihat Terakki/Jön Türkler olması, Ermeni sosyalistlerin Türkiye sosyalist hareketine dahil edilmemesiyle sonuçlanacaktır. Öte yandan kitabın giriş yazısında tarif edilen bu “ihmal”, kaba bir milliyetçilik eleştirisinden ziyade sosyalist hareketin düşünsel kaynaklarındaki bir tür “doğum lekesi”ne mal edilmektedir.
Türkiye Solundan Portreler’in diğer bir iddiası ise Hüseyin Hilmi’yi, namı diğer İştirakçı Hilmi’yi sosyalist solun tarihinde yerli yerine oturtmak. İştirakçi Hilmi, kurucularından olduğu ve önderlik ettiği Osmanlı Sosyalist Fırkası/Türkiye Sosyalist Fırkası ile örgütlü eylem içinde olmuş, başarılı işçi grevleri ile 1 Mayıs gösterileri örgütlemiş, periyodik sosyalist yayınlar çıkarmıştır. Ancak sosyalist sol Hüseyin Hilmi’yi de kendi tarihinin ve kaynaklarının bir parçası olarak vurgulamaktan uzak durmuş ve onu, sosyalistliğinden “şüphe” duyarak dışlamıştır. Lakin bu şüphenin -Hilmi’ye atfedilen nedenlerden başka-, Osmanlı sosyal yapısının, üretici güçlerin/işçi sınıfının gelişmişliği bakımından sosyalist düşünce ve siyasete uygun koşulları taşımadığını savunan doktriner kaynakları da vardır.
Sosyalist hareketin bu topraklardaki macerası
1917 Ekim Devrimi genel olarak sosyalist düşünceye dünya ölçeğinde bir meşruiyet zemini sağlamışsa da, uluslararası sosyalist hareketi bölen tartışmalarda Lenin ve Bolşeviklerin lehine hegemonik mevzi kazandırmıştı. Nitekim Marksizm, bundan sonra geniş bir kesim içinde, Sovyet deneyiminin ve Lenin’in katkılarını içeren bir vurguyla “Marksizm-Leninizm” olarak anılacak, dünya sosyalist hareketi içinde Marksizm-Leninizm’in dışında kalan politik/entelektüel akımlar ise kendilerine ayrı birer alan açmaya çalışacaklardır. Türkiye sosyalist hareketi de, kabaca, 1920 yılında Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’yle birlikte Marksist-Leninist çerçeveyi kendisine esas almış, kaynağını ve meşruiyetini bu ideolojiye dayandıracaktır.
Solun kitleselleşerek toplumsal bir meşruiyet kazandığı, siyasal hayatın etkili aktörlerinden biri haline geldiği 1970’ler ise Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde önemli bir uğraktır. Bu uğrağın ayırt edici yanı ise silahlı mücadelenin gündeme gelmesiyle birlikte yeni bir mecranın başlamasıdır. Silahlı mücadelenin kültürel ve pedagojik çıktılarının sosyalist düşüncenin önerdiği toplum ve dünya ile ontolojik düzlemde bir gerilim içinde olduğu, sosyalizmin aşmayı hedeflediği toplumsal kültür ve ilişki ve ideolojileri (militarizm gibi) yeniden üretecek bir zemini içerdiği düşünülebilirse de, bu mücadele biçimi, sosyalist hareketin devleti cepheden karşıya alması bakımından egemen ideolojiye fiziksel açıdan mesafe almasına tekabül eder. Zira, bir kopuş olarak da nitelenebilecek olan bu momentte sol, sistemin çeperleri içinde dolaşan ve devletle “barışık” olan siyasal düşünce ve eylem tarzını bırakıp düzen değişikliği hedefini devletle açık çatışmaya girdiği bir pratik içinde gerçekleştirmeye koyulmuştur.
Bu dönemde kurulan üç örgüt -THKO, THKP-C ve TKP-ML- aydınların sol hareket üzerindeki etkilerini önemli ölçüde gerileten bir etki yaratacaktır. 1960’ların sonuna kadar sol içi tartışmalarda belirleyici olan eski tüfekler ile aydınların hiç de muteber olmadığı, hatta “reformist”, “revizyonist”, “pasifist” gibi pejoratif kavramlarla yerilip itildikleri bir dönem başlamıştır sol içinde. FKF/Dev-Genç ile TİP üzerinden solla ilişkilenen ve o yıllardaki saflaşmada Milli Demokratik Devrim tarafında yer alan gençlerin kurduğu, 12 Mart darbesinin ardından lider kadrolarını yitirerek etkisizleşen bu örgütler, 1970’lerde onların gerçek varisi olduklarını ispat etmeye çalışan fraksiyonlar tarafından yeniden gündeme geldiler. Bu örgütlerin devlet tarafından öldürülen simge isimleri -Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya- sosyalist solun prestij mitoslarıdır.
Türkiye Solundan Portreler, sosyalist solun düşünsel kaynaklarını ele alırken, oldukça tartışmalı isimler olan İdris Küçükömer, Sencer Divitçioğlu ve Doğan Avcıoğlu gibi düşünürleri de ele alıyor. Bu isimlere dönük değerlendirmeleriyle, kitap, sosyalist solun ajit-prop bir tarihinden ziyade, ayağını bastığı topraklardaki serüveni üzerine komplekssiz bir biçimde düşünmenin yollarını arıyor.
Nihayet Türkiye Solundan Portreler, Ermeni devrimci Paramaz’dan başlayarak, İştirakçi Hilmi, Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Şefik Hüsnü, Kerim Sadi, Hikmet Kıvılcımlı, İsmail Bilen, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, İdris Küçükömer, Sencer Divitçioğlu, Mihri Belli, Doğan Avcıoğlu, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya üzerine birbirinden ayrı kaleme alınmış fakat bir arada belirli bir bütünlük de içeren makaleler içeriyor.