Hayri Demir
Özgürlük tutkusu, bugün her anımızda hissettiğimiz deneyimin biricik parçası. Fakat bu parçada bir eksiklik var ve bu eksikliğe işaret ediyor, İdris Baluken’in Dipnot Yayınları’ndan çıkan kitabı Oko.
Özgürlük tutkusu, tarih boyunca insanın sık uğraklarından biri olmuştur. Ebeveynlerle ilişkimizde, iktidarla ilişkimizde, yaratıcı ile ilişkimizde hep bir karşılaşma, yenme – yenilme uğrağı olarak özgürlük ve karşılaşmaları mümkün kılan tutku. Bu karşılaşmalardaki özgürlük tutkumuzun hep bir kendin olma, kendi bilincine yeniden çıkma ve aile-iktidar-yaratıcı üçlüsü ile “bir” olmadan kendi özerkliğini koruma çabası olduğu; bir emek ve mücadele sürecinin diğer olduğu gerçekliği ile anbean karşılaşıyoruz. Cemal Bali Akal’ın güzel bir şekilde ifade ettiği gibi “var olma direnci olarak özerkliğimizi” korumamızın temel şartı bu uğrakta hep yenilsek de, kalkıp bir daha deneme gerekliliği/zorunluluğu olarak özgürlük uğrağı bizi bir sonraki müsabakaya çağırıyor.
Bu bitimsiz süreçte özerklik direncimiz ile özgürlük arayışımız birlikte yürürken çeşitli sorular sorduk ve türlü cevaplar verdik. Kimi özgürlüğü iktidara tam teslimiyet ile birlikte düşünmemizi önerdi bize. Kimi ise özgürlüğün olmadığını söyledi. Kimi sınıf ile özgürlük bağdaşlığı kurdu, kimi ise özgürlüğün inkârını yeğledi. Fakat esasında hepsi özgürlüğe olan tutkunun, özgürlükle ilgili her türlü çabamızın kalkış noktası olduğuna işaret etti. Fakat burada bir kaçırış vardı. Belki de insan türünün bir kaçışı. Her şeyden daha belirgin ama görülmesi her şeyden zor. Bu zorluğun adı özgürlük tutkusunu anlarken, insan merkezli anlama çabasıydı. Özgürlük varsa insanla, insan için vardı. Özgürlük yoksa insan da yoktu, insan için yoktu.
‘İNSANIN BENCİLLİĞİ VE YETMEZLİK’
İnsan türünün bencilliği kendini gösterse de, Oko ve arkadaşları insan türünün yetmezliklerini göz önüne seriyor. Hâkim olmak isterken ki yetmezlik, yerken ki yetmezlik, konforu yaşarken ki yetmezlik. Kuşkusuz ki, sadece bencillik değil, apaçık olan bir yetmezlik.
Bu bencilliği yetmezlikle birlikte düşünen Baluken, bizi de farklı bir görme ve anlama sürecine sokuyor romanında. Baluken’in Oko’su özgürlük ve özgürlüğün tutkusu üzerine bizi, insan olanı bir farkla düşünmeye çağırıyor. Bu farkında ortasında insan olmayan var. İnsan idrakinin türler arası mutlak hâkimiyeti anlayışına karşı insan idrakinin yetmezliğini başka bir şekilde işaretlendiriyor. Romanın devam eden sayfalarında bu yetmezliğe karşı yeterli olanı ivmelendirerek alıp sürüklüyor. Ekmek arası bir ziyafetin arifesinde, insan iktidarının ve doyumsuzluğunun resmini görmek mümkün oluyor. Kısacası aynadan değil, karşı kıyıdan insan türünün kendisini görmesini mümkün kılıyor. Aynanın pürüzsüzlüğüne müptela insan türünün bütün kusurlarını, günahlarını, hatalarını, yetmezliklerini güçlü şekilde anlatıyor.
İlk romanı “Üç Kırık Dal”da insanlar arasındaki fark üzerinden anlamı ortaya çıkaran Baluken, bu defa köpekler üzerinden yeniden anlamaya; “bir farkla” anlamaya çabalıyor. Özgürlük tutkusunun gerçekleşmesini varlığa, şartını ise yoldaşlığa bağlıyor. Böylece yeni bir toplumsallığa davet ediyor. Bugüne kadarki toplumsallıkların dışladığı, zulmettiği, yok saydığı Oko, Cico ve arkadaşları üzerinden yapıyor bunu. Hiç görmediğimiz ama en ağır yaramızdan hareketle, bizi yoldaş olma ile özgür olma arasındaki salınımda; doğru düşünmeye davet ediyor.
‘HER MÜREKKEP BİRAZ DA AKITANININ SESİDİR’
Her mürekkep biraz da akıtanının sesidir. Baluken’de de bunu görmek mümkün. Kuşkusuz ki dört duvar arasındaki yoğunlaşması hayatının anlamlarını daha iyi tanımasını ve yorumlamasını güçlendirmiş. Bu vesileyle yoldaşlığı hayatının anlamlarından biri haline getirdiğini Oko’da tekrar ele veriyor, Baluken. İlk romanı “Üç Kırık Dal”da Deniz, Cengo ve Alican üzerinden kurduğu yoldaşlık meselesine büyüterek devam ediyor. Aynı zamanda siyasi çalışmaları nedeniyle dört duvar arasına konulmasına karşı tutumunu da ifade ediyor. Mekânsal ayrımların yoldaşlık ilkesini aşındıramayacağını, yoldaşlığın içine sinmiş gücün, duvarlar ve demir parmaklıkları aştığını kanıtlıyor.
Üç Kırık Dal ile Oko arasındaki sürekliliğin izleğini aşkta da izleyebiliriz. Deniz ile Gülçiçek arasındaki sarsılmaz ama mutsuz sonla biten aşk hikâyesi, bu defa bir zaferle birleşiyor. Üç Kırık Dal‘da aşkın toplumsal mücadele ile güzelleştiği dem Oko‘da devam ediyor. Baluken, bir aşk hikâyesi anlatırken aşkı toplumsallaştırıyor ve yaşanabilir aşkın esasında bu toplumsal mücadele içerisinde güzelleşebileceğini anlatmaya çalışıyor. Üç Kırık Dal’da ve Oko’da sevgiyi-aşkı takip ederken Karl Marx’ın şu cümleleri zihni meşgul ediyor: “Sevgi yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır.”
Bu yönleriyle Baluken’i romanları arasındaki süreklilikler ile birlikte tanımak için mükemmel bir fırsat sunuyor Oko. Elbette ki insan türünün kendi yetmezliklerini anlaması için de Oko muazzam fırsatlar sunuyor. Bu fırsatları kaçırmamak ve özgürlüğü bir farkla birlikte düşünmek için Oko raflarda sizinle tanışmayı bekliyor.
(GAZETE DUVAR 5 Tem. 2019)