DUYGU ERGÜN
Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin 2018’de hazırladığı rapora göre Türkiye’de 8 milyonun üzerinde hayvan işkenceye maruz kalıyor. Hayvanlara kötü muamele konusunda olumsuz örneklerin teşhirinden hukuk mücadelesine, medya dilinin analiz edilmesinden hak ihlallerinin raporlanmasına kadar birçok alanda çalışma yapan komite, hazırladığı raporlarla durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.
Türkiye’de hayvana şiddet konusundaki cezai müeyyideler ne yazık ki caydırıcı değil. Bu da çoğu zaman iç karartan pek çok katliamla karşılaşmamıza sebep olabiliyor. Bazen devletin vurulması için ihaleye çıkardığı 2 kızıl geyik için doluyor gözlerimiz, bazen zehirlenip bir torbaya sarılarak boş bir araziye atılan köpeklere bazen de bir ormanda dört bacağı kesilmiş bir halde bulunduktan sonra can veren yavru bir köpeğe ağlıyoruz yürekten.
Her gün insanlığımızdan utandığımız bunlar gibi nice olaya tanık oluyoruz. Geyikler, kuşlar, köpekler ve daha pek çok canlı gözlerimizin önünde can veriyor. Biliyoruz ki tüm bunların sorumlusu biziz, bizim türümüz. Mantığın almadığı nokta ise şu: İnsan nasıl bu kadar kötü olabiliyor? Sanırım, her şeye kadir olan türümüzün konu kendileri dışında herhangi bir canlıya geldiğinde aynı büyüklüğü gösteremediğini söylemek yanlış olmaz. Peki, tüm bunların bir soykırımdan farkı nedir?
İki buçuk senedir tutuklu olan HDP Eski Dönem Milletvekili İdris Baluken, cezaevinde kaleme aldığı ve Dipnot Yayınları tarafından yayımlanan ‘Oko’ adlı romanıyla hayvanlara uygulanan bu şiddet davranışlarına yönelik farklı bir pencere açıyor. İnsanlığın kurtuluş mücadelesiyle hayvanların kurtuluş mücadelesini bir yerde birleştiriyor ve insan eliyle yaratılan katliamları köpekler özelinde yorumluyor.
‘Oko’ya dair
Oko, kitaba da adını veren bir köpek. Doğumunun üzerinden 1 sene geçmeden Sivas’ın Kangal ilçesinden alınıp İstanbul-Kartal’daki bir çiftlik evine getiriliyor. Daha ilk satırlardan Oko’nun özgürlüğüne düşkün olduğunu anlıyoruz. Öyle ki insanların onu belli bir bölgeye, hatta bir evin önüne alıştırmaya çalışmasını epey yadırgıyor. Üstelik bu durum belinde sopa kırma, tüm sesleri işitsin diye kulaklarının üst kısımlarını kesme, günlerce güneş altında aç susuz bırakılıp zincire vurma gibi türlü eziyetlerle dayatılıyor. Çiftlikteki tek hayvan Oko değil elbet, kendisi gibi hatta çok daha ağır eziyetler gören dostu eşek Bozo ve çiftlik sahiplerinin gözdeleri süt danası Delali ile gösterişli bir at olan Brusk da arkadaşları arasında.
Özgürlüğünden alıkonarak başlayan hayatı yaşadığı bir kâbusla adeta yön değiştiriyor. Bir gece çiftlik, içinde bulunan insanlar ve tüm canlılarla birlikte ateşe veriliyor ve tüm dostlarını bu yangında yitiriyor Oko. Sokaklarda yaşamak ilk etapta kolay olmuyor onun için. Zor bela yaşadığı günlerin birinde bacaklarından birini barınakta gördüğü şiddet sonucu kaybeden bir köpekle tanışıyor, adı Loli. Bu tanışıklık onu aslında hep olmasını istediği hayaline götürüyor: özgürlüğe. Çünkü Loli, hırslarıyla doğayı talan edip yok olmaya sürükleyen insanlara karşı oluşturulmuş özerk bir kısım olan Kurtarılmış Bölge’de yaşıyor.
Ortak yol
Cico önderliğindeki Kurtarılmış Bölge, tarihlerinde pek çok insan mezalimine uğramış, topluca katledilmiş köpeklerin başka kıyımlar yaşanmasın diye didindikleri bir alan. Burada tüm köpeklere özgür yaşamanın, insanlarla nasıl ilişki kurmak gerektiğinin ve diğer tüm köpekleri özgürleştirmenin yolları öğretiliyor. Çünkü inanıyorlar ki bunu başarırlarsa insanlar dâhil tüm canlılara özgür yaşamın sırrını öğretmiş olacaklar. Birlik olarak, mücadele ederek, paylaşarak, iyi insanlarla bir araya gelerek yapıyorlar bunu. Bu bağlamda bu bölge sadece köpekler için değil insanlık için de belirli bir umudu yeşertebiliyor.
Bir gün, insanların toplu bir köpek kıyımı daha planladıklarının bilgisi ulaşır. Tarih tekerrür edecektir fakat mücadele ruhuyla dolu bu köpekler ne toplu ne de tek başlarına, hiçbir şekilde ölüme razı gelecek gibi değildir…
Hikâyenin ardını öğrenmek için ‘Oko’yu, belki de insanlık tarihini okumak gerek. Baluken, hayvanların kurtuluşunu ezilmiş bir ulusun bağımsızlık mücadelesinden farklı görmüyor. Yüreğine özgürlük ateşi düşen her canlının duyacağı bir heyecanla yazıyor satırlarını. Ve ölümlerin ortasına tüm canlıların ortak emeğiyle yoğrulmuş bir vicdan bırakıyor. Şimdi bu vicdanın neresinde yer alacağımızın kararı bizim.
‘Oko’, yaşadığımız ve tanık olduğumuz tüm katliamların ardından belki de elini bir kez olsun taşın altına koymamış biz insanlar için yok ettiğimiz tüm canlılardan, tüm kültürlerden af dilememize bir vesile… Okuru bol olsun.
(AGOS KİTAP 10.07.2019)